Mary and Max (2009)

Gönderen: sinesefil | Salı, Mart 30, 2010

Klasik bir animasyondan çok daha fazlası

Son yıllarda hedef kitlesi sadece çocuklar olmayan animasyon filmlerini beyazperde de sıkça görmeye başladık. Wall-e, Up, Ratatouille, Persepolis, Coraline derken, biraz daha eskiye gidersek Finding Nemo, yetişkinlerin de sinemada animasyondan zevk alarak seyrettikleri, keyifli vakit geçirdikleri yapımlar olarak hafızamızda yer almaktadır. Bu yapımların genelinde bulunan en önemli ortak özelliği; muhteşem efektler, üst düzey teknoloji kullanmaksızın senaryoları itibari ile film boyunca izleyiciyi kendisine bağlaması ve zamanla sağdık bir izleyici kitlesine sahip olmasıdır. Özellikle Wall-e ve Ratatouille arada bir izlemekten keyif aldığım, film önerisi isteyen arkadaşlarıma önerdiğim filmlerin bulunduğu listedeki yerlerini oldukça sağlam bir şekilde almaktadır.

Mary and Max, yönetmen Adam Elliot’un ilk uzun metrajlı animasyon filmi olmasına rağmen, daha önce “kısa kısa” edindiği bol ödüllü tecrübelerinin filmin bu denli başarılı olmasında büyük payı olduğunu düşünüyorum. Filmi ilginç yapan bir başka detay ise senaryonun gerçek hayattan alınmasıdır.

Stop motion tekniği ile çekilen film; toplam çekim süresi 13 ay sürmüş, hafta başına 2.5 dakika stop motion bölüm kaydedilmiş olup filmin toplam yapım yılının da 5 yıl sürdüğü söylenmektedir.

Mary and Max’de tıpkı yazının başında bahsettiğim animasyon filmleri gibi görsel efektlerden yoksun olsa da herkesin hayatında bir dönem yaşadığı olayları, dönem dönem hissettikleri duyguları yani hayattan küçük ama derin bir parçayı bizlere sunuyor.


Adam Elliot film boyunca insanların üzerlerinde bulunan renklerin, sıfatların, kıdemlerin önemsiz olduğu, sadece çıplak iken sahip olduğumuz özellikler ile başa çıkabileceğimiz bir konu olan “yalnızlık” tan kaynaklanan sorunların odağında bulunan bir hikayeyi izleyici ile buluşturuyor. Hikayesini gerçek hayattan alan film komedi unsurları var olsa da intihar, yalnızlık, depresyon, şizofreni gibi iç burkan detayları da bünyesinde barındırıyor.

Mary Daisy Dinkle 8 yaşında, sorup sorgulama çağında olmasına rağmen ilgisiz bir aileye sahiptir. Alkolik bir anne, hayattan beklentisi kalmamış ve kendisini dış dünyaya kapatmış bir babanın kızı olması, hatta kendisine küçük yaşlarında “sen bir kaza sonucu dünyaya geldin” şeklinde serzenişlerle karşılaşması sosyal hayatta başarısız olmasında büyük etken olmuştur. Okuldaki arkadaşlarının kabul etmediği Mary, onların arasına dahil olmak bir yana okuldaki öğretmeni tarafından bile dışlanmaktadır. Hayata dair kendi dünyasında yarattığı sorulara cevap bulmak umuduyla annesi ile birlikte gittikleri postanedeki rehberden rastgele seçilmiş bir Amerikalıya mektup yazmak ister ve olaylar gelişir.

Mektup arkadaşı olarak seçtiği kişi ise Max Jerry Horovitz’dir. Asperger sendromu bulunan 44 yaşındaki Max, çocukluğunda Mary’nin yaşadığı olaylar ile paralellik gösteren süreçlerle karşılaşmış, çevresinden gördüğü çeşitli baskıları zaman içinde kendi yöntemleri ile aşmaya çalışan biridir. Hayatı oldukça basit algılamaktadır ve insanlar ile iletişim kurmakta oldukça zorlanan bir yapıya sahiptir. Hayatını renklendirme amacı ile Henry adında balıkları vardı. Her ölen balıktan sonra aldığı balığının adını başındaki rakam değişmek üzere aynı koymakta (I. Henry, II. Henry, III. Henry...), salyangozlarını beslemekte, papağanı ile ilgilenmektedir. Kendini dış dünyaya öylesine kapatmıştır ki balığı öldükten sonra yenisini almak için bir kaç gün beklemesi gerekse hayatında birşeylerin eksik olduğunu düşünür.


Filmde Avustralya’da yaşayan Mary ile NewYork’ta yaşayan Max’in inişleri ve çıkışları ile yıllar süren mektup arkadaşlığını anlatmaktadır. İlk bakışta imkansız gibi görünen bu arkadaşlık karşılıklı mektupların gönderilmesi ile su yüzüne çıkan ortak paydaların sonucunda birbirine bağlı iki kişinin hikayesi halini almakta. Mary ve Max’i bir birine bağlayan bir diğer etmen ise birbirlerine sansürsüz bir şekilde hislerini ve duygularını yazmalarında saklı. Samimiyet kavramında yaşın, mesafenin, birbirini tanımanın, cinsiyetin, hayat görüşünün herhangi bir engel teşkil etmediğini filmde görmekteyiz.

Toplumdan soyutlanmış bu iki karakterin aşk hayatları da bir nevi komedi unsuru olarak filmde karşımıza çıkmakta. Max’in yaşadığı tecrübelerin samimiyeti, saflığı içirisinde bizlere bile garip gelen durumlar ortaya çıksa da onun gözünden baktığımızda doğallığın bir simgesi olarak lanse edilebilecek yapıda girişimlerde bulunduğunu söyleyebiliriz. Mary ise aşkı, evliliği yine kendisine sunulan kadar hayal edebilmektedir. Babasının çalıştığı fabrikada üretilen ürünlerin ismine sahip biri ile evlenmek istemektedir. Onun açısından baktığımızda bu ürünler geçimlerini sağlayan unsur olarak görülmekte ve ileride çocukluğundaki sefaleti çekmek istemediği sebebi ile böyle bir hayal içinde olmasını düşünmek yanlış olmaz sanırım.


Film genel olarak 2 karakter üzerinde yoğunlaşsa da Mary'nin karşı komşusu Len Graham Hislop'un sokağa çıkmak için verdiği çabalar ve başına gelenler film boyunca keyifli dakikalar geçirtecektir. Hatta film esnasında var olan melankoliden biraz uzaklaşıp neşelenmemizi bile sağlayabilir. Bir diğer yan karakter ise Max'in balığıdır. Çaresiz kaldığı sahnelerde son çırpınışları gülümsemekten fazlasını tepki olarak ortaya çıkartacak cinsten.

Mary karakterini seslendiren Tony Collette ve Max karakterine nefes veren Philip Seymour Hoffman başarılı performansları ile göz dolduruyorlar. Özellikle Max gibi ani inişleri çıkışları olan zor bir karakteri başarı ile seslendiren Hoffman çok doğru bir tercih olmuş.

Mary and Max son yıllarda içinde barındırdığı dram öğelerinin ağır basması ile kendisine diğer animasyon yapımlarından farklı bir pencereden bakmamızı zorunlu kılıyor. Her yaştan izleyicinin ilgisini çekeceğin düşündüğüm, son yıllarda izlemekten büyük keyif aldığım bir filmdi.

IMDB

Yazan: vidanjör

0 Response to "Mary and Max (2009)"

Yorum Gönder

sinesefil@twitter

sinesefil | copyright 2010
Sefiller diyarından duyurulur: Sitede yer alan tüm yazılı ve görsel zamazingolar el emeği, göz nuru, alın teridir.
İzinsiz kullanmaya kalkmayacağınızı biliyoruz, ola ki öyle bir densizlik ettiniz, sakın korkmayın;
peşinizden Reservoir Köpekleri'ni salacak ne hâlimiz var, ne de tâkatimiz.
Adı üstünde hepimiz bir avuç sefiliz. Şimdi uslu uslu oynayın bakalım. Öptük sizi kuzucuklar.