Burn Notice 4. Sezon 1. Bölüm (Made Man) Promosu

Gönderen: sinesefil | Pazartesi, Mayıs 31, 2010 0 yorum

Burn Notice'in 1. bölümü "Made Man", 03 Haziran Perşembe günü yayınlanacak.


Burn Notice S4xE01 Promosu:

Glee 1. Sezon 20. Bölüm (Theatricality) Promosu

Gönderen: sinesefil | Pazartesi, Mayıs 31, 2010 0 yorum

Glee'nin 20. bölümü " Theatricality", 01 Haziran Salı günü yayınlanacak.


Glee S1xE20 Promosu:

Bu Hafta Vizyona Giren Filmler (28 Mayıs 2010 Cuma)

Gönderen: sinesefil | Cuma, Mayıs 28, 2010 0 yorum
Shrek Forever After / Şrek Sonsuza Dek Mutlu (2010)


Vizyon tarihi: 28 Mayıs 2010

Oyuncular:
Mike Myers (Shrek (voice)), Cameron Diaz (Princess Fiona (voice)), Antonio Banderas (Puss in Boots (voice)), Eddie Murphy (Donkey (voice)), Ian McShane (Captain Hook (voice))

Ekip:
Mike Mitchell (Yönetmen), Josh Klausner (Senaryo), Darren Lemke (Senaryo)

Konu:
Şrek serisinin son filmi “Şrek Sonsuza Dek Mutlu” (Shrek Forever After), hem 3 Boyutlu, hem 35 milimetre kopyalarıyla gösterilecek.
Şeytan ruhlu ejderhanın hakkından geldikten; güzeller güzeli prensesi ve kayınpederinin krallığını kurtardıktan sonra yeşil yaratığımız daha ne yapsın? Sevimli Şrek’imiz artık evinin erkeği olmuştur. Bir zamanlar ödünü patlattığı köylülerin bahçe bellerini gönülsüzce imzalayarak günlerini geçirir. Peki, onun yeri göğü inleten ünlü kükremesine ne oldu?
Kendisini “gerçek bir canavar” gibi hissettiği günlerin özlemini çeken Şrek, tatlı dilli işadamı Rumpelstiltskin ile imzaladığı anlaşmada dolandırılır. Kendisini aniden Uzak Ülke’nin çarpık alternatif versiyonunda bulur. Rumpelstiltskin’in kral olduğu o ülkede yeşil canavarlar av malzemesi haline gelmiştir. Üstelik Şrek ile Fiona hiç tanışmamıştır. Saflığı yüzünden yaptığı herşeyi geri alarak dostlarını kurtarmak, dünyasını geri kazanmak ve hayattaki tek gerçek aşkına yeniden kavuşmak Şrek’in bundan sonra atacağı adımlara bağlıdır.





Frozen (2010)


Vizyon tarihi: 28 Mayıs 2010

Oyuncular:
Emma Bell (Parker O''Neil), Shawn Ashmore (Joe Lynch), Kevin Zegers (Dan Walker), Ed Ackerman (Jason), Rileah Vanderbilt (Shannon), Kane Hodder (Cody), Adam Johnson (Rifkin), Chris York (Ryan)

Ekip:
Adam Green (Yönetmen), Adam Green (Senaryo), Andy Garfield (Müzik), Will Barratt (Görüntü yönetmeni)

Konu:
Üç snowboardcu için kayak, geçirdikleri sıradan ve keyifli bir gün, son turlarında teleskide mahsur kalmaları ile kabusa dönüşür. Kararan hava ve pist güvenliğinin ışıkları söndürmesi ile üçlü çok geçmeden panik içerisinde fark edecektir ki, yerden oldukça yüksek bir noktada, teleskinin üzerinde asılı kalmışlardır. Bu üç maceraperest, bir sonraki haftasonuna kadar kapanan kayak merkezinde, kararan hava ile etkisini göstermeye başlayan dondan canlarıni kurtarabilmek için akla hayale gelmeyecek yollar aramak durumunda kalacaklardır. Kendilerine biraz olsun hareket alanı yaratabildiklerinde ise, karşı karşıya olduklari tehlikenin yalnızca dondurucu soğuk olmadığını fark edeceklerdir. Canları uğruna beklenmedik engellerle boğuşurken, hayatta kalmak uğruna gösterdikleri bu çaba, başa gelebilecek en kötü ölüm biçimlerini alt edebilecek kadar güçlü mü, bunu göreceklerdir.




Pus (2010)


Vizyon tarihi: 28 Mayıs 2010

Oyuncular:
Ruhi Sarı, Nurcan Ülger, Mehmet Avcı, Bahar Yanılmaz, Birol Engeler, Serkan Keskin

Ekip:
Tayfun Pirselimoğlu (Yönetmen), Tayfun Pirselimoğlu (Senaryo), Veysel İpek (Yapımcı), Aikaterini Oikonomou (Yapımcı), Rena Wougidukalou (Yapımcı), Tayfun Pirselimoğlu (Yapımcı)

Konu:
Berlin Film Festivali’nde yenilikçi sinemanın sergilendiği Forum Bölümü’ne seçilen Pus, İstanbul’un varoşlarında, Altınşehir’de geçen karanlık bir hikayeyi anlatıyor.
Bir korsan dvd atölyesinde çalışan Reşat takıntılı bir ruh haline sahip bir gençtir. Altınşehir’de sefil bir binada hastalıktan muzdarip yaşlı annesiyle yaşamaktadır. Tuhaf bir kimliktir Reşat; insanlarla ilişki kurmakta güçlük çekmektedir; birlikte çalıştığı gençlerle bile sıkıntılı bir ilişkisi vardır. Evinin olduğu binada Reşat’ın ilgi duyduğu ama açılmaya asla cesaret bulamadığı bir kız yaşamaktadır. Onunla ara sıra karşılaşır ama gizli tuttuğu duygularını iletmeye hiçbir zaman teşebbüs edemez. Sıkıntılı ve sıkıcı hayatının yeknesaklığını bozan, neredeyse bir takıntı izlenimi bırakan ufak tefek hırsızlıkları vardır Reşat’ın.
Çalıştığı yere arada bir uğrayan patronunun arkadaşı, karanlık işlere bulaşmış Celal, Reşat’ın ilgisini çeken bir tiptir. Onun, çalıştığı yere uğrayıp bir paket bıraktığı gün vurulması Reşat’ın hayatının değiştiği gün olur. Reşat, Celal’in bıraktığı paketini çalar. Çaldığı paketten arkasında bir adresin yazılı olduğu sıradan bir kadına ait bir resim ve bir tabanca çıkar. Reşat’ın merakı onu adresin yazılı olduğu bir gecekonduya kadar sürükler.

FlashForward 1. Sezon 22. Bölüm (Future Shock) Promosu

Gönderen: sinesefil | Pazar, Mayıs 23, 2010 0 yorum

FlashForward'ın 22. bölümü "Future Shock", 27 Mayıs Perşembe günü yayınlanacak.


FlashForward S1xE22 Promosu:

Criminal Minds 5. Sezon 23. Bölüm (Our Darkest Hour) Promosu

Gönderen: sinesefil | Pazar, Mayıs 23, 2010 0 yorum

Criminal Minds'ın 23. bölümü "Our Darkest Hour", 26 Mayıs Çarşamba günü yayınlanacak.


Criminal Minds S5xE23 Promosu:

Glee 1. Sezon 20. Bölüm (Funk) Promosu

Gönderen: sinesefil | Pazar, Mayıs 23, 2010 0 yorum

Glee'nin 20. bölümü "Funk", 25 Mayıs Salı günü yayınlanacak.


Glee S1xE20 Promosu:


Two and a Half Men 22. bölümü "This Is Not Gonna End Well", 24 Mayıs Pazartesi günü yayınlanacak.


Two and a Half Men S7xE22 Promosu:


Chuck'ın 18-19. bölümü "Chuck Versus the Subway-The Ring Part 2", 24 Mayıs Pazartesi günü yayınlanacak.


Chuck S3xE18-19 Promosu:

How I Met Your Mother 5. Sezon 24. Bölüm (Doppelgangers) Promosu

Gönderen: sinesefil | Pazar, Mayıs 23, 2010 0 yorum

How I Met Your Mother'ın 24. bölümü "Doppelgangers", 24 Mayıs Pazartesi günü yayınlanacak.


How I Met Your Mother S5xE24 Promosu:

24 (Twenty Four) 8. Sezon 23-24. Bölüm Promosu

Gönderen: sinesefil | Pazar, Mayıs 23, 2010 0 yorum

24 (Twenty Four) 23-24. bölümü , 24 Mayıs Pazartesi günü yayınlanacak.


24 (Twenty Four) S8xE23-24 Promosu:

Bu Hafta Vizyona Giren Filmler (21 Mayıs 2010 Cuma)

Gönderen: sinesefil | Cuma, Mayıs 21, 2010 0 yorum
Prince of Persia: The Sands of Time / Pers Prensi: Zamanın Kumları (2010)


Vizyon tarihi: 21 Mayıs 2010

Oyuncular:
Jake Gyllenhaal (Prince Dastan), Gemma Arterton (Tamina), Alfred Molina (Sheik Amar), Ben Kingsley (Nizam), Toby Kebbell, Richard Coyle, Reece Ritchie, Ambika Jois (Tamina''s Attendant)

Ekip:
Mike Newell (Yönetmen), Doug Miro (Senaryo), Carlo Bernard (Senaryo), Harry Gregson-Williams (Müzik), John Seale (Görüntü yönetmeni), Jerry Bruckheimer (Yapımcı)

Konu:
"Karayip Korsanları" üçlemesini beyaz perdeye taşıyan ekip, Walt Disney Pictures ve Jerry Bruckheimer Fils sunar: PERS PRENSİ: ZAMANIN KUMLARI; Gizemli Pers diyarlarında geçen destansı bir aksiyon/macera filmi. Haylaz bir prens (JAKE GYLLENHAAL) istemeden de olsa gizemli bir prensesle (GEMMA ARTERTON) güç birliği yapar. Birlikte, zamanı tersine çevirebilen Zamanın Kumları''nı açığa çıkarabilecek ve sahibinin
ve sahibinin dünyaya hükmetmesini sağlayabilecek olan eski bir hançeri korumak üzere karanlık güçlerle bir yarış içine girerler.

Mike Newell''ın yönettiği (“Harry Potter ve Ateş Kadehi”), SIR BEN KINGSLEY ve ALFRED MOLINA gibi oyuncuların yer aldığı, PERS PRENSİ: ZAMANIN KUMLARI 2010''da Mayıs ayının son haftasonu vizyona girecek.




A Nightmare On Elm Street / Elm Sokağında Kâbus (2010)


Vizyon tarihi: 21 Mayıs 2010

Oyuncular:
Jackie Earl Haley (Freddy Krueger), Kyle Gallner, Katie Cassidy, Rooney Mara, Thomas Dekker, Kellan Lutz, Clancy Brown, Connie Britton

Ekip:
Samuel Bayer (Yönetmen), Wesley Strick (Senaryo), Eric Heisserer (Senaryo), Michael Bay (Yapımcı), Andrew Form (Yapımcı), Brad Fuller (Yapımcı), Jeff Cutter (Görüntü yönetmeni)

Konu:
"Elm Sokağında Kabus" (A Nightmare On Elm Street) yönetmen Wes Craven’in 1984 yılında büyük ilgi ile karşılanan aynı adlı hit korku filminde yarattığı karakterlerden uyarlandı. O film, korku türünün en uzun süre gösterimde kalan ve yedi devam filmi çekilen, başarılı ve yenilikçi bir örneğiydi. Şimdi, 25 yıl sonra, Freddy Krueger kökenli öykü, çağdaş bir uyarlama ile dönüyor.
Şehrin banliyösünde yaşayan bir grup gencin ortak bir yönü vardır; hepsi de, onları rüyalarında avlayan biçimsiz Freddy Krueger tarafından gizlice takip edilirler. Uyumadıkları sürece birbirlerini koruyabilirler… ama uyuduklarında kaçış yoktur.




Date Night / Çılgın Bir Gece (2010)


Vizyon tarihi: 21 Mayıs 2010

Oyuncular:
Steve Carell (Phil Foster), Tina Fey (Claire Foster), Mark Wahlberg (Holbrooke), Taraji P. Henson (Detective Arroyo), Jimmi Simpson (Armstrong), Common (Collins), William Fichtner (DA Frank Crenshaw)

Ekip:
Shawn Levy (Yönetmen), Josh Klausner (Senaryo), Christophe Beck (Müzik), Dean Semler (Görüntü yönetmeni)

Konu:
Phil (Steve Carell) ve Claire Foster (Tina Fey) 2 çocuk sahibi olan ve New Jersey yakınlarında banliyöde yaşayan orta halli evli bir çifttir. Rutin giden ilişkilerine bir tat katmak için haftada bir yemeğe çıkma kararı alırlar. İş ve ev hayatının yarattığı yorgunlukla aralarındaki romantizm de giderek azalmaktadır. Yakın arkadaşları olan bir çiftin ilişkilerinin kötü gidişatına da şahit olunca bir değişklik yapmaya karar verirler.

Phil, Claire’ı şehrin en havalı restoranına götürmeye karar verir fakat burada rezervasyonları yoktur. Masa beklerken, vaktinde gelmeyen bir çiftin isimlerini kullanarak içeri girmeye karar verirler, artık Tripplehorn’lar olmuşlardır. Fakat gerçek Tripplehornların şaibeli yaşamı Foster çiftini akıl almaz bir maceraya sürükleyecektir.



Die Fremde / Ayrılık


Vizyon tarihi: 21 Mayıs 2010

Oyuncular:
Sibel Kekilli (Umay), Nizam Schiller (Cem), Derya Alabora (Halyme), Settar Tanriogen (Kader), Serhad Can (Acar), Almila Bagriacik (Rana), Tamer Yiğit (Mehmet), Alwara Höfels (Atife)

Ekip:
Feo Aladag (Yönetmen), Feo Aladag (Senaryo), Stéphane Moucha (Müzik), Max Richter (Müzik), Judith Kaufmann (Görüntü yönetmeni)

Konu:
2010 Berlin-Panorama Avrupa Sinemaları-En İyi Avrupa Filmi

Şubat ayında Berlin Film Festivali''nin Panorama bölümünün favori filmleri arasında yer alan Ayrılık, Viyanalı kadın yönetmen Feo Aladağ''ın ilk filmi. Ayrılık, Almanya doğumlu bir Türk kadının beş yaşındaki oğlu ile birlikte, kocasını Kayseri''de bırakarak Berlin''e gelmesiyle başlayan hikâyesini anlatıyor. Ailesi onu beklediği sıcaklıkla karşılamayınca Umay, oğlunu Türkiye''ye yollamaya zorlanır. Değerler, aile sevgisi, özgürlük? Bunların bedellerini acı da olsa öğrenecektir.




Dark Cloud / Bahtı Kara (2009)


Vizyon tarihi: 21 Mayıs 2010

Oyuncular:
Reha Özcan (Adnan), Yeşim Ceren Bozoğlu (Deniz), Haktan Pak (Can), Kamer Celenk (Burak), Tolga Saritas (Berk), Banu Fotocan (Gül), Şerif Erol, Şehsuvar Aktaş, Yakup Yavru, Ali Gürkanat

Ekip:
Theron Patterson (Yönetmen), Theron Patterson (Senaryo), Yamaç Okur (Yapımcı), Nadir Öperli (Yapımcı), Enis Köstepen (Yapımcı), Shaune McDowell (Görüntü yönetmeni), Theron Patterson (Müzik)

Konu:
Bahtı Kara, birçok kısa film ve video projesinde çalışmış olan Theron Patterson’ın ilk uzun metrajlı filmi. Yazılı bir senaryoya bağlı kalmadan çekilen film, aşk ile ölüm korkusu arasındaki bağlantı ve güzel ile çirkin arasındaki çizgi üzerine psikolojik bir kara mizah.
Adnan karısının ölümünden sonra kendini bir türlü toparlayamamıştır ve oğlu Burak’la olan ilişkisi de tökezlemektedir. Babasının bitmeyen melankolisinden bunalan Burak, Can dayısı ve Deniz yengesinin yanında, kuzeni Berk’in arkadaşlığında ev sıcaklığını aramaktadır. Burak’ın geleceği için endişelenen Can ve Deniz, Adnan’ın gündelik hayatın gereklerini yerine getirmesi için çabalamaktadırlar. Fakat Adnan’ın sebep olduğu türlü kazalardan dolayı başının dertten kurtulmaması ve Burak’ın ergenlik halleri Can ve Deniz’in işini daha da zorlaştırmaktadır.
Aldığı Ödüller:
2009 Bursa En İyi Film, En İyi Senaryo, En İyi Erkek Oyuncu Best Film, Best Screenplay, Best Actor (R. Özcan)

Tengri / Blue Heavens / Mavi Cennet (2008)


Vizyon tarihi: 21 Mayıs 2010

Oyuncular:
Taalai Abazova (Uljan), Albina Imasheva (Amira), Elim Kalmouratov (Témür), Nikolai Marousitch (Erofei), Busurman Odurakaev (Shamshi), Hélène Patarot (Raissa), Askat Sulaimanov (Askar)

Ekip:
Marie-Jaoul de Poncheville (Yönetmen), Jean-François Goyet (Senaryo), Azamat Kadyraliev (Senaryo), Birgit Løkke (Müzik), Nikolai Marousitch (Müzik), Sylvie Carcedo (Görüntü yönetmeni)

Konu:
Timur babasını bulma umuduyla Kırgız dağlarında bir yaylaya gelir. Babasının öldüğünü öğrenir ve yaylada kalmaya karar verir. Amira adında genç ve güzel bir kadınla tanışır ve birbirlerine aşık olurlar. Ancak Amira’nın kocası savaştan dönünce yayladan kaçmak zorunda kalırlar. İki sevgili yeni bir dünya aramaya başlar. Acaba rüyalarındaki mavi cenneti bulabilecekler midir?


Lost 6. Sezon 17-18. Bölüm (The End) Promosu

Gönderen: sinesefil | Çarşamba, Mayıs 19, 2010 0 yorum

Lost'un 17-18. bölümü "The End", 23 Mayıs Pazar günü yayınlanacak.


Lost S6xE17-18 Promosu:

Monster (2004)

Gönderen: sinesefil | Salı, Mayıs 18, 2010 0 yorum

Kurtaracağınız bir hayat onlarca kişinin hayatına mâl olabilir...

Dr. Tenma Almanya'nın Düsseldorf şehrinde bir hastanede son derece başarılı bir beyin cerrahıdır. Hastanenin müdürünün kızıyla nişanlı olan Dr. Tenma hastaları ve meslektaşları tarafından çok sevilen bir doktordur.

Bir gün Tenma yatağında yatarken acil çağrı gelir. Derhal hastaneye gider. Yaralı olan ikiz kardeşlerden biri şokta, diğeriyse kafasına kurşun sıkılmış, ölüm döşeğinde Tenma'nın hayatını kurtarmasını beklerken, aynı anda şehrin valisi hastaneye getirilir. Hastane müdürü Tenma'nın valiyi ameliyat etmesini ister, fakat hastaneye önce çocuk gelmiştir ve Tenma çelişkide kalır. Sonunda müdürün emirlerine karşı çıkıp çocuğu ameliyat etmeye karar verir. Ameliyat başarılı geçer, fakat valinin ameliyatı için aynısını söyleyemeyiz. Tenma'nın bu kararı bütün hayatını altüst eder. Hastanenin göz bebeği, müdürün kızının nişanlısı her şeyini kaybeder. Valinin ölümüyle hastanenin itibarı düşüşe geçer. Buna sinirlenen hastane müdürü Tenma'yı bölüm şefliğinden alır ve kızı da nişan yüzüğünü atar. Bütün bu olanlardan sonra Tenma bir gece içmeye başlar. Tamamen sarhoş olan Tenma hastaneye, hayatını kurtardığı çocuğun yanına gider. "Hepsi gebersin gitsin! Gözlerini para bürümüş şerefsizler!" Tenma çocuğun yanında içini boşaltır ve evine gider. Gece uyurken kapısı çalınır. İki tane polis Tenma'ya gece nerede olduğunu sorar ve acı gerçeği söyler... "Hastane müdürü öldürüldü." Tenma doğru hastaneye gider, aynı zamanda ikizler de kayıplara karışmıştır.



Aradan dokuz yıl geçer. Tenma hastanenin başhekimi olur. Her şey çok güzel gider. Müdürün kızı, Tenma'nın eski nişanlısı onunla yine beraber olmak ister, ama Tenma kabul etmez. Bir gün Tenma'nın bir hastası hastaneden kaçar, Tenma da peşinden gider ve bir şantiyede hastasını yerde hayatı için yalvarırken görür. Önüne bakar ve elinde silah olan, yüzü gölgede kalmış birini görür. Silahlı adam "Uzun zaman oldu, dokuz yıl önce hayatımı kurtarmıştınız" der. Tenma o an kim olduğunu anlar. Hayatını kurtarmak uğruna hayatını altüst ettiği çocuk. Adam Tenma'nın hastasını öldürür ve gider. Tenma o an anlamıştır. Kurtardığı bir hayat onlarca kişininkine mâl olmaktadır. Bunu anladığı an hatasını düzeltmek için dokuz sene önce kurtardığı çocuğun, Johann'ın peşinden gitmeye başlar.



Bu animede Tenma'nın Johann'ın peşinden giderken, Johann'ın nasıl bir çocukluk yaşadığını, neden bu hâle geldiğini öğreniriz. Son derece sürükleyici ve her daim izleyiciyi ters köşe yapmayı başaran bu yapımın kesinlikle izlenmesi gerekli. Anime ayrıca içinde, bolca da Türk öğesi bulundurmaktadır.

IMDB

Yazan: KmE
|

Legend of the Seeker 2. Sezon 22. Bölüm (Tears) Promosu

Gönderen: sinesefil | Salı, Mayıs 18, 2010 0 yorum

Legend of the Seeker'in 22. bölümü "Tears", 22 Mayıs Cumartesi günü yayınlanacak.


Legend of the Seeker S2xE22 Promosu:



Ghost Whisperer'ın 22. bölümü "'The Children's Parade", 21 Mayıs Cuma günü yayınlanacak.


Ghost Whisperer S5xE22 Promosu:


Mentalist'in 23. bölümü "Red Sky in the Morning", 20 Mayıs Perşembe günü yayınlanacak.


Mentalist S2xE23 Promosu:


Fringe 2. Sezon 23. Bölüm (Over There, Part 2) Promosu

Gönderen: sinesefil | Salı, Mayıs 18, 2010 0 yorum

Fringe'in 23. bölümü "Over There, Part 2", 20 Mayıs Perşembe günü yayınlanacak.


Fringe S2xE23 Promosu:



Grey's Anatomy'nin 23-24. bölümü "Sanctuary/Death and All of His Friends", 20 Mayıs Perşembe günü yayınlanacak.


Grey's Anatomy S6xE23-24 promosu:


FlashForward 1. Sezon 21. Bölüm (Countdown) Promosu

Gönderen: sinesefil | Salı, Mayıs 18, 2010 0 yorum

FlashForward'ın 21. bölümü "Countdown", 20 Mayıs Perşembe günü yayınlanacak.


FlashForward S1xE21 Promosu:

The Pacific (2010)

Gönderen: sinesefil | Cumartesi, Mayıs 15, 2010 0 yorum

"Hell was an ocean away..."

Tom Hanks ve Steven Spielberg’in 2. Dünya Savaşını konu alan işbirliklerinin ilki 1998 yapımı olan ve Tom Hanks’e en iyi erkek oyuncu dalında Oscar adaylığı ve filme 5 dalda oscar ödülü getiren Saving Private Ryan filmi idi. Bundan 3 yıl sonra ise filmle benzer atmosfer ve konuyu ekranlara taşıyan tarihçi ve biyografçı Stephen Ambrose un aynı adlı romanından uyarlanan HBO yapımı 10 bölümlük mini dizi Band of Brothers ekranlara geldi. Bu dizi o güne kadar çekilen en pahalı dizi olma rekorunun da sahibi oldu aynı zamanda. Bu işbirliğinin üçincü ürünü, ikinci dizisi olan The Pacific ile yönümüzü bu kez Pasifik Denizine çeviriyoruz ve 2. Dünya savaşının bambaşka, pek bilinmeyen ve daha önce öne çıkarılmamış bir yüzü gözler önüne seriliyor. Spielberg kendisiyle yapılan bir röpörtajda Band of Brothers dizisi yayınlandıktan sonra Pasifikte savaşan babası ve amcasının "Peki bizim hikayemizi ne zaman çekeceksin?" diye sorması üzerine Pasifik cephesinde savaşan askerleri onurlandırmak için bu diziyi yapmayı düşündüklerini anlatıyor.

Dizi temel olarak Pasifik cephesinde savaşmış 3 askerin gerçek hikâyelerini anlatıyor. Bu askerler, aynı andan savaşla ilgili anılarını kitaplaştırmış olan Robert Leckie ve Eugene Sledge ile savaşın büyük kahramanlarından biri olarak üne kavuşan çavuş John Basilone. Bu 3 karakterin dışında hayatlarına yer verilen isimler ise şunlar: Sidney Phillips, Lewis Burwell “Chesty” Puller, Bill Leyden, Rv Burgin, Jay De L’eau ve Andrew Haldone. Şimdi bu askerlerin hikâyelerine kısaca bir göz atalım.

John Basilone: 10 çocuklu İtalyan göçmeni bir ailenin 6. çocuğudur. Diğer askerlerin aksine mesleği askerlik olan karakterlerden biridir. Hayatını golf çantası taşıyıcılığı (caddy) yaparak kazanırken orduya yazıldıktan sonra Filipinler görev yapmış geri döndüğünde kamyon şoförlüğü yapmış fakat sivil hayata uyum sağlayamayacağını anlayınca 1940 orduya geri dönmüştür. 1942 yılı ekim ayında Guadalcanal savaşında gösterdiği başarıyla madalyayla ödüllendirmiş ve “savaşın yüzü” olması için ülkesine gönderilmiştir. Ülkesinde binlerce kişi tarafından büyük gösterilerle karşılanan Basilone bu şan ve şöhretten rahatsız olmuş, ordudan daha fazla ayrı kalamayarak 1945 yılında Iwo Jima savaşıyla tekrar orduya dönmüştür.

Robert Leckie: 1941 de orduya katılmış, Okinawa dışında bütün savaşlara katılmıştır. Peleliu’de yaralanarak tahliye edilmiştir. Savaşın ardından gazetecilik yapmış ve savaş anılarını 1957 de kitap haline getirmiştir. Amerikan savaş tarihi üzerine 40dan fazla kitabı vardır.

Eugene Sledge: Doktor olan babasının kalbinde “uğultu” olduğunu söylemesi ve orduya katılmasına izin vermemesi sonucu en yakın arkadaşı Sidney Phillips’den 1 yıl sonra 1942 yılında orduya katılabilmiştir. 60mm havancı olarak Peleliu ve Okinawa cephelerinde savaşmıştır. Diğer gazilerden farkı Sledge’in savaş sırasında tuttuğu notlardır. Bu notlar sonradan yazacağı kitabın temelini oluşturacaktır.

Sidney Phillips: Eugene Sledge'in en yakın arkadaşıdır. Tenaru, Guadalcanal ve Cape Gloucestercephelerinde Robert Leckie ile aynı tümende savaşmıştır. Savaşın halen yaşayan gazilerinden birisidir.

Lewis Burwell “Chesty” Puller: Rütbesi yarbaydır. Amerikan donanma tarihinin en çok madalya alan askeri ünvanına sahiptir. Haiti, Nikaragua, Pasifik’in birçok cephesi ve Kore de savaşmıştır.

Band of Brothers'ın iç içe geçmiş ve kenetlenmiş askerlerinin hikâyesinin aksine The Pacific’de 3 askerin ve çevresindekilerin ayrı ayrı hikâyeleri anlatılıyor. Bu savaşa değişik gözlerle bakmamızı ve askerlerin psikolojisini daha iyi anlamamızı sağlıyor.

Robert Leckie

Eugene Sledge

John Basilone

Sidney Phillips

Lewis Burwell “Chesty” Puller

Hikâyeyi Tom Hanks’in anlatımıyla seyrediyoruz. Her bölüm yaklaşık 5 dakika boyunca gazilerle yapılan röportajlar ve o yıllardan gerçek görüntüler eşliğinde başlıyor. Bu da gerçeklikle ilgili ciddi katkı sağlıyor.

Tom Hanks, Steven Spielberg, Sidney Phillips, Ashton Holmes (as Sidney Phillips)

Savaşı anlayabilmek için önce bölgenin haritasına bakmamız gerekiyor. Pasifik yaklaşık olarak 13 saat dilimini ve 170 milyon kilometrekarelik bir alanı kaplayan üzerinde binlerce ada olan bir denizin adı. Dizi bu kadar geniş bir coğrafyada geçtiğinden savaşı anlamak için savaşların yapıldığı bölgeleri belirten haritalara bakmakta fayda var. Üstelik o coğrafya askerlerin hiç bilmediği bir iklime ev sahipliği yapıyor. Günlerce süren yağmurlar, çamur, sıcak, nem, sıtma, sarıhumma ve daha birçok bulaşıcı hastalık. Üstelik savaştıkları “düşman” daha önce karşılaşmadıkları bir düşünce, anlayışla savaşıyor. Bushido/buşido felsefesi. Buşido, kelime anlamı olarak "Savaşçının Yolu" anlamına geliyor. Buşido felsefesinde korkunun yeri yoktur. Samuray, ölüm korkusunu yenmiş kişidir. Bu, dinginlik kazandırır ve efendiye sadakat sağlardı. Hayatını imparator için feda etmiş, teslim olmaktansa ölmeyi yeğleyen bir anlayıştır bu. Bu anlayış sayesindedir ki Amerikan gemilerine karşı kamikaze saldırıları yapabilmişlerdir. Amerikalılar bunu anlayamamışlardır, dizide bolca geçtiği üzere askerler birbirlerine Japonların niçin teslim olmadıklarını, ölmeyi seçtiklerini sormaktadırlar.


Japonyanın 6 ay gibi kısa bir sürede neredeyse tüm Pasifik bölgesinde hâkimiyeti ele geçirmesi üzerine Amerika öncelikli stratejisi olarak Japonları durdurma üzerine yoğunlaşıyor. Amerikalıların Japonların şifrelerini kırmasından sonra yaptıkları birkaç savaş ve engelledikleri birkaç baskından sonra (bu savaşlardan biri Midway savaşıdır. Amerika kırdığı şifreler ve elde ettiği istihbarat sayesinde savaşı kazanacağından o kadar emindir ki savaşı görüntülemesi için 4 Oscar ödüllü ünlü yönetmen John Forud'u savaş bölgesine gönderirler. 1942 tarihli "The Battle of Midway" isimli bu kısa propaganda filminin çekimi esnasında ünlü yönetmen yaralanacaktır.) Amerika Japonları durdurduğuna kanaat getirerek 7 Ağustos 1942 günü Solomon adalarının güneyinde bulunan ve Japonların Amerika ile Avustralya arasındaki bağlantıyı kesmek için havaalanı inşa etmeye çalıştığı, Amerikalı askerlerin adını dahi telaffuz edemediği, Guadalcanal’a çıkarma yapıyor. Dizimiz de bu çıkarmadan itibaren olayları anlatmaya başlıyor. Savaş bundan sonra General MacArthur’un önerisi üzerine ada atlama ismi verilen bir stratejiyle yapılıyor. Bu strateji özet olarak Japonlar tarafından tahkim edilen adaları pas geçerek ele geçirilmesi daha kolay adalara yönelme olarak açıklanabilir. Pasifik’in güneyinde başlayan dizi hikâye boyunca kuzeye doğru ilerleyerek Japon şehri Okinawa ve nihayetinde “ev”de bitiyor.

Dizi yaklaşık 200 milyon dolarlık maliyetiyle tarihin en pahalı mini dizisi unvanına sahip oldu. Savaş bölgelerinin düzenlenmesi, setlerin inşası, o döneme ait kıyafetler ve silahların hazırlanması, teknik ekibin ve figüranların zenginliği bu rakamın ortaya çıkmasına sebep oldu. Amerikalı ve Japon askerler tarafından kullanılan küçük ve büyük tüm silahlar büyük titizlikle ve çok zaman harcanarak araştırıldı ve bulundu.


Şimdi diziyle ilgili teknik ayrıntılara ve rakamlara bakalım.

  • Dizinin post prodüksiyonu 20 aydan uzun bir sürede tamamlandı.
  • Dizinin çekim ekibini de kapsayan teknik personel sayısı 800 civarındadır.
  • Çekim aşamasında 26.000 figüran kullanıldı.
  • Çekimler 9 ayda tamamlandı.
  • Dizi için 90dan fazla set inşa edildi.
  • Iwo Jima’nın siyah volkanik küllerini oluşturmak için 4.000 ton siyah cüruf ve 80 ton beyaz kum (siyaha boyanmak suretiyle) kullanıldı.
  • 3.000 deniz piyadesi üniforması hazırlandı.
  • 20.000 metrekare kumaş kullanıldı.
  • 6 yazar ve 6 yönetmen görev aldı.

Pasifik savaşıyla ilgili filmleri de ilgilileri için belirtelim.

  • Sands of Iwo Jima (1949)
  • Tora! Tora! Tora! (1970)
  • Windtalkers (2002)
  • Letters from Iwo Jima (2006)
  • Flags of Our Fathers (2006)

Her ne kadar görsel olarak etkileyici olsa da hikaye olarak Band of Brothers'ın gölgesinde kalan, genel olarak izleyicileri hayal kırıklığına uğratan bir dizi olmuş. Ayrıca Robert Leckie'nin kitabında veya hatıratında olmamasına rağmen Yunanlı senaristlerin marifetiyle savaşla alakasız biçimde araya sıkıştırılan ve oldukça tartışma yaratan İzmir hadisesi de ister istemez kalplerimizi yaralıyor. Dizinin Amerikan milliyetçiliği yaptığı, sırf Amerikalıların kahramanlığını anlattığı iddia edilse bile, ki diziyi Amerikalılar yaptığından bu gayet normal karşılanmalı, kim veya hangi milletten olursa olsun binlerce kişinin öldüğü bir savaştan sağ çıkmak başlı başına bir kahramanlık ve mühim bir olaydır.

IMDB

Yazan: courtes

Skins (2007)

Gönderen: sinesefil | Cumartesi, Mayıs 15, 2010 0 yorum

Baby, it's a Wild World...

Sıradan gençlik dizilerinden gına mı geldi? Tek dertleri, o gün ne giyecekleri olan zengin bebeleri izlemekten sıkıldınız mı? Dedikoducu kızlar, bayık bakışlar, kimin eli kimin cebinde durumları artık size çekici gelmiyor mu? O zaman gelin sizi Skins ile tanıştıralım...

Zamanında az mı izledik Dawson's Creek'leri, The O.C'leri... Aynı ekolün devamı olarak da son zamanlarda Gossip Girl'ü görmekteyiz. Aslında Skins için "Daha çok seks, uyuşturucu ve skandal barındıran Gossip Girl” diyenler de var, ancak emin olun Skins, bunlardan çok daha fazla şeyi barındırıyor; gerçekliği...

2007 başında İngiltere'nin E4 kanalında yayınlanmaya başlayan Skins, Bristol'da yaşayan gençlerin hayatlarına odaklanıyor. Gençlerin hiçbiri de sütten çıkmış ak kaşık değil. Biri anoreksik, biri öğretmeniyle yatıyor, bir diğeri müslüman ve en yakın arkadaşının gay olmasını ailesine nasıl açıklayacağını düşünüyor ve bu liste uzayıp gidiyor. Anlayacağınız her birinin ciddi problemleri var. Dizi de sağ olsun, bizi üzmüyor ve her bir bölümü bir karaktere ayırarak, gençlerimizi daha da yakından tanımamızı ve dertlerine ortak olmamızı sağlıyor. Uyuşturucu, homoseksüellik, bozuk aile ilişkileri, seks, narsizm, antisosyallik, cinsel istismar, içine kapanıklık gibi gençler arasında yaygın olan sorunlara değinen Skins, daha ilk bölümüyle bile diğer gençlik dizilerinden ne kadar da farklı olduğunu, hayata pembe gözlüklerle değil de, tüm gerçekliğiyle baktığını bizlere kanıtlıyor. Bölümler ilerledikçe, bu gençlerin her birinin ne kadar da yapayalnız olduğunu görüyor ve başlarda komediymiş gibi gelen sahneler, leziz bir drama hâline dönüşüyor.

Evet, neredeyse tüm karakterlerimizin aile yaşantıları berbat. İngilizlerin gerçekten de çocuk yetiştirme konusunda ne kadar başarısız ve ilgisiz olduğunu gördükçe, "Ya ne olacaktı bu çocukların hâli, başlarında böyle ana baba oldukça" sözlerini söylemekten geri kalmıyor insan.



Ana karakterimiz Tony ile açılış yapan dizi, her bir bölümde bir diğer karakteri merkeze alarak ilerliyor. Çetenin ele başı konumundaki Tony'nin gruptaki herkese telefon etmesiyle ve onları akşam yapacakları partiye çağırmasıyla, diğer karakterlerle de tanışıyoruz; neredeyse ağzına düşecek olan sevgilisi Michelle, abayı Michelle'e çok fena yakmış olan en yakın arkadaşı Sid, Sid'e ayarlamaya çalıştıkları, ağzından her daim "Vay canına" lafı eksik olmayan anoreksiya hastası Cassie, Michelle'in en yakın arkadaşı ve en aklı başında olanları Jal, psikoloji öğretmenine yazan ve her daim kafası bir milyon olan Chris, dizinin gay kontenjanı, dans figürlerinin ustası olan Maxxie ve onun en yakın arkadaşı olan müslüman elemanımız Anwar...

Ne yazık ki dizinin sadece ilk iki sezonu bu karakterlerin hayatına odaklanarak geçiyor. Üçüncü sezondan itibaren, Tony'nin küçük kız kardeşi Effy ve arkadaşları çevresinde dönmeye başlıyor dizi. Ama karakterler değişiyor diye üzülmeyin, çünkü ilk iki sezonda ne ararsanız, çok daha fazlası üçüncü ve dördüncü sezonda da var.

Şayet son zamanlardaki lüzumsuz yere popüler olduğunu düşündüğünüz son derece yavan olan gençlik dizilerinden sıkıldıysanız ve farklı tatlar arıyorsanız, Skins'e bir göz atın, pişman olmayacaksınız...

IMDB

Yazan: Donnie Darko

Full Metal Jacket (1987)

Gönderen: sinesefil | Cumartesi, Mayıs 15, 2010 0 yorum

Sir, Yes Sir !!!

Bir Stanley Kubrick filminden ne beklersiniz? Sıradışılık mı? Titizlik mi? Yoksa sarsıcılık mı? Bence bu söylediklerimi tek tek değil de hepsini bir arada düşünün ve öyle oturun koltuklarınıza "Full Metal Jacket" başlarken...

Bildiğiniz tüm savaş filmlerini unutun. Çünkü bu filmi izlemeye başladığınız andan itibaren "savaş" denen kavrama hazırlanan askerlerin daha eline silahı almadan bile hangi psikoloji içine girdiğini, onlara söylenen her sözle, buyrulan her emirle, zihinlerinde ne gibi fırtınalar kopabileceğine tanık olacaksınız.

Savaş denen olgu, en masumumuzun bile içindeki kötülük dürtülerini harekete geçirebilir, sıradan bireyleri bir cellada dönüştürebilir mi? Kubrick "Full Metal Jacket" de işte insanoğlunun bu yapısını irdeliyor, hem de hiçbir karakterin ön plana çıkmasına izin vermeden. Ne kahramanlıktan ne yurtseverlikten ne de idealistlikten bahsediyor; o savaşan tarafların her ikisine de aynı mesafede duruyor... Savaş alanının tam ortasında ve bize soruyor: "Gerçekten de hepimiz öldürmek için mi doğmuşuz?"

1987 yapımı olan Full Metal Jacket, iki bölümden oluşuyordu. Filmin ilk bölümünde orduya alınan Amerikalı gençlerin günden güne nasıl birer ölüm makinasına dönüştürüldükleri anlatılıyor, ardından da savaşta yaşadıkları gözler önüne seriliyordu.

Bütün Amerika duydu savaş borusunun sesini,
Biliyorsun çağırıyorlar beni ve herkesi,
Sanmam ki bir gün bitsin,Herkesi birbirinden ayıran bu savaş,
Elveda tatlım, merhaba Vietnam...
Buraya geldim savaşı kazanmaya
Bana elveda de, mektup yazmayı sakın unutma
Elveda tatlım, merhaba Vietnam...

Film bu şarkı eşliğinde birliğe katılan acemilerin saç traşları yapılırken başlıyor. Askerlerin saçları kesildikçe, eski hayatlarının da kesilen saçlar gibi uzaklarda kaldığını, onları yepyeni ve bir o kadar da sert bir hayatın beklediğini hissedebiliyoruz. Kimbilir oraya gelmeden önce aileleriyle ne kadar mutluydular. Belki sevgilileri, arkadaşları vardı. Onları nelerin beklediğinden habersizdiler. Kubrick daha ilk sahnede "acımasızlığın" kırıntılarını yavaş yavaş serpmeye başlıyor ve sanki bizlere durun daha yeni başlıyoruz diyor...

"Siz ana kuzuları bu adadan kurtulabilirseniz, acemi eğitimini bitirebilirseniz… çakı gibi olacaksınız, savaşmak için yalvaran ölüm makineleri olacaksınız. Ama o gün gelinceye kadar bir bok değilsiniz! Bu dünyadaki en aşağılık yaratıklarsınız. İnsan bile değilsiniz! Siz düzensiz, bir boka yaramayan yaratıklarsınız!"



Uzman Çavuş Hartman askerlerin eğitiminden sorumlu olan kişi. Sert, acımasız, küfretmekten çekinmeyen biri. Öyle de olmak zorunda. Eğitim için disiplin, acımasızlık, sertlik olmazsa olmaz şeyler çünkü. Sözünü sakınmıyor, askerleri zorlayabildiği kadar zorluyor, gözünün yaşına bakmıyor. Filmin ilk 45 dakikası boyunca onun otoriter sesinden, küfürlerinden başka bir ses duyamıyoruz. Tabi askerlerin "Sir, Yes Sir!!" sözleri haricinde. Bu otoriter asker, erlere eğitimleri boyunca birer "hiç" olduklarını gösteriyor. Onun gözünde hiçbirinin farkı yok. Irk ayrımı yapmadan hepsini eşit biçimde değersiz olarak nitelendiriyor ve sert tavırlarını hepsi üzerinde acımasızca sergiliyor. Bu sertlikten en çok nasibini de er Pyle alıyor.

Artık eğitimdeki askerlerin geride bıraktıkları aileleri, arkadaşları, sevgilileri yok. Onların yeni dostları, "hayatları", tüfekleri oluyor. Çavuş Hartman onlardan tüfeklerine birer isim vermelerini istiyor ve tüfeklerine sadık kalmaları gerektiğini öğretiyor. Çünkü eğitimleri bittiğinde ve savaşa katıldıklarında onların tek dostu yanlarından ayırmadıkları tüfekleri olacak...

Bu benim tüfeğim.
Bir sürü tüfek var ama bu benim.
Tüfeğim benim en iyi dostumdur.
O benim hayatımdır.
Ben onun efendisiyim, hayatımın efendisi olduğum gibi.
Ben olmadan tüfeğim hiçbir işe yaramaz.
Tüfeğim olmadan ben de hiçbir işe yaramam.
Tüfeğimi iyi kullanmalıyım.
Beni öldürmeye çalışan düşmanımdan daha iyi ateş etmeliyim.
O beni vurmadan ben onu vurmalıyım.
Vuracağım da.
Tanrının huzurunda bunun için ant içiyorum.
Tüfeğim ve ben yurdumun bekçileriyiz.
Düşmanın efendisiyiz.
Hayatımızın koruyucusuyuz.
Öyle de olacak...
Ta ki düşmanlar ölüp barış sağlanıncaya kadar.
Amin...



Çavuş Hartman'ın askerleri aşağılamalarına biraz olsun alışmamıza rağmen, işin içine Er Pyle girdiğinde biraz içimiz burkuluyor. Çünkü er Pyle diğer arkadaşları gibi değil. Şişman, zor öğrenen, kimbilir belki de orada ne aradığını hala anlayamamış biri. Dolayısıyla Çavuş Hartman'ın emirleri, küfürleri, onu olabildiğince zorlaması ve aşağılaması gün geçtikçe Pyle'ı Pyle olmaktan çıkarmaya başlıyor. Yaptığı hataların cezasını da kendi değil arkadaşları çekmeye başlayınca, herkes ondan nefret etmeye başlıyor. Zaten tek başına olan Pyle daha da yalnız biri haline geliyor ve bu yalnızlık hissi, sert eğitimin de etkisiyle, onu hazin sona doğru yaklaştırıyor. Belki de aralarında en masum olan Pyle bile "savaş" denen kavramın ve beraberinde getirdiği acımasızlığın da etkisiyle masumluktan ve aptallıktan sıyrılıp duygusuz, sert biri haline geliyor ve bu dönüşüm de onun hazin sonunu hazırlıyor...


"Dünyadaki en öldürücü silah, bir denizci ve onun tüfeğidir. Bir savaşta canlı kalmak istiyorsanız, öldürme içgüdünüzü kullanmalısınız. Tüfeğiniz sadece bir araçtır. Öldüren, çelikleşmiş yürektir. Öldürme içgüdünüz yeterince güçlü ve sağlam değilse, gerçekle yüz yüze gelince tereddüt edersiniz, öldüremezsiniz, ölü bir denizci olursunuz. Ve boğazınıza kadar boka saplanırsınız. Çünkü bir denizci izin almadan ölmez. Anladınız mı aşağılık herifler!"

Er Pyle'ın yer aldığı "o sahne" den sonra, filmin ilk bölümü bitiyor ve ikinci bölümü başlıyor adeta. Fonda, Nancy Sinatra'nın söylediği "These boots are made for walking" çalarken kendimizi Vietnam'da buluyoruz. Artık eğitim bitmiş ve askerler görev yerlerine dağılmışlar. Bize hikayeyi anlatan "Joker" lakaplı J.T. Davis, ordu gazetesi "Stars and Tripes"ta muhabirlik yapması için Vietnam'a gönderilmiş. Sıcak çatışma bölgesine gitmek için can atan fotoğrafçı arkadaşı Rafterman'la cephe gerisinde haber peşinde koşuyor. Görevleri, Amerika'yı kazanıyor göstermek... Önce komutan sonra gazeteci olan editörleri Joker'in ukalalıklarından bıkınca onu ve Rafterman'ı çatışma bölgesine gönderiyor.

Savaş sahnelerine baktığımızda ister Amerikalı olsun ister Vietnamlı, herkesin ortama nasıl da uyum sağladığını görebiliyoruz. Tarlalarda çalışan köylüleri tarayan Amerikalı erin ağzından dökülen şu sözler belki de savaşın getirdiği "hissizlik" duygusunu en güzel şekilde özetliyor:

- 157 kızıl öldürdüm. 50 tane de manda. Bunlar resmi rakamlar.
- Kadın ya da çocuk var mı?
- Bazen.
- Bir kadını ya da çocuğu nasıl öldürebilirsin?
- Çok kolay. Biraz öne ateş ediyorsun.

Kubrick, yazının başında da söylediğim gibi savaşa bir cepheden bakmıyor, ne savaş yanlısı özelliği gösteriyor ne de karşıtı. O sadece orada neler olduğunu anlatmak istiyor. Film boyunca da askerler arasında gazetecilerin, kameramanların dolaşması, askerlerin düşüncelerine yer verilmesi de, yönetmenin bu gözlemci tavrının bir parçasıydı.

Joker'in yanlarına gideceği manga kendi tabirleriyle "can alan, kalp kıran" askerlerden oluşmaktaydı. Rafterman ve Joker çok geçmeden haber yapmak için gittikleri bu yerde kendilerini gerçek bir çatışma içinde buluyorlar. İşte bu çatışmada Kubrick'in tüm hünerlerini sergilediği "sniper" sahnesi, özellikle ağır çekimler kullanılarak yaratılan etki, filmin genelindeki belgesel tarzının tamamen dışına çıkıyor ve büyük bir gerilim yaratmayı başarıyor.

Filmin anlatıcısı Joker'in miğferindeki "Born to Kill / Öldürmek için doğmuş" yazısının yanında, yakasında da barış amblemi bulunduğunu görürüz. Filmde vurgulanmak istenen ikilemi çok güzel yansıtır bu semboller. Askerlerin yaşamak için bir yandan öldürmeleri gerekmekte, bir diğer yandan da yaptıklarının aslında sadece bir katliam olduğunu ta içlerinde hissetmektedirler. Zaten Joker'de insan ruhundaki ikililiğe gönderme yaptığını söyler filmde.



Film boyunca titizliğinden en ufak bir ödün bile vermeyen Kubrick, oyuncu seçiminde de oldukça titiz davranmıştı. Çavuş Hartman rolüne gerçek bir savaş gazisi olması nedeniyle R. Lee Ermey'i uygun görmüş, onun yakası açılmamış küfürlerinden oluşan doğal savaş jargonundan fazlasıyla yararlanmıştı. Orduda 11 yıl geçirmiş olan Ermey, aslında sete sadece danışman olarak gelmiş ancak Kubrick ondan o kadar etkilenmiş ki, Hartman rolünü ona vermiş, dahası unutulmaz repliklerini kendisinin yazmasına da izin vermişti. Diğer roller içinse tamamen tanınmamış yüzler kullanmak isteyen yönetmen, başvuruda bulunan üç bine yakın adaydan, asistanının olur verdiği 800'ünü bizzat incelemişti. Filmde rol almayı başaran isimler arasında Matthew Modine, Adam Baldwin ve Vincent D'Onofrio'da vardı...

IMDB

Yazan: misery

Bu Hafta Vizyona Giren Filmler (14 Mayıs 2010 Cuma)

Gönderen: sinesefil | Cuma, Mayıs 14, 2010 0 yorum
Robin Hood (2010)


Vizyon tarihi: 14 Mayıs 2010

Oyuncular:
Russell Crowe (Robin Hood), Cate Blanchett (Maid Marian), William Hurt (William Marshall), Matthew MacFadyen (Sheriff of Nottingham), Mark Strong (Sir Godfrey), Oscar Isaac (Prince John)

Ekip:
Ridley Scott (Yönetmen), Ethan Reiff (Senaryo), Cyrus Voris (Senaryo), Brian Helgeland (Senaryo), Brian Grazer (Yapımcı), Ridley Scott (Yapımcı), Russell Crowe (Yapımcı)

Konu:
Her jenerasyon tarafından bilinen; maceraperest ruhu ve adalet anlayışıyla milyonlarca insanın hayal gücünü ateşleyen, popüler mitolojinin efsanevi figürü “Robin Hood” rolünde bu kez Oscar ödüllü aktör Russell Crowe rol alıyor.
13. yüzyıl İngiltere’sinde Robin Hood ve arkadaşları, yaşadıkları köydeki yozlaşmanın karşısına dikilmiş; krala karşı isyana kalkışarak güçler dengesini sonsuza kadar değiştirmişlerdi. Kimilerince hırsız, kimilerince kahraman olarak nitelenen bu mütevazi adam, kendi halkının özgürlük sembolü oldu.
İsmi henüz konulmayan filmde okçuluk uzmanı olarak da tanınan Robin Hood’un yaşamından bir kesit izleyeceğiz. Kral Richard’ın ordusunda Fransızlara karşı hizmet verirken sadece kendi çıkarlarını düşünen Robin, Nottingham’a gittiğinde despot ruhlu şerifin baskısı ve ağır vergilerle inim inim inleyen bir kasabayla karşılaşır. Orada Lady Marion (Oscar ödüllü Cate Blanchett) adlı dul bir kadına aşık olur. Ancak Lady Marion’ın, ormanlardan gelen bu adamın hareketleri ve kimliğiyle ilgili bazı kuşkuları vardır. Sevdiği kadının kalbini kazanmak ve kasabayı kurtarmak isteyen Robin, kendi yaşam tarzına uygun insanlardan bir çete kurar. Şerifin adaletsizliğini yok etmek için üst sınıftan işbirlikçileri teker teker avlamaya başlarlar.
Ülkeleri on yıllardır süren savaştan yıpranırken, yeni kralın yetersiz kanunlarına karşı mücadele veren; içten ve dıştan gelen tehlikelere göğüs germek zorunda kalan Robin ve adamları, hayatlarının en büyük macerasına yelken açarlar. Bu sıradışı kahramanlar ve müttefikleri, ülkeyi kanlı bir iç savaşın içine düşmekten kurtarıp İngiltere’ye bir kez daha zaferle döneceklerdir.





The Stoning of Soraya M./ Soraya’yı Taşlamak (2008)


Vizyon tarihi: 14 Mayıs 2010

Oyuncular:
Shohreh Aghdashloo (Zahra), Mozhan Marnò (Soraya M.), James Caviezel (Freidoune), Navid Negahban (Ali), Ali Pourtash (Mullah), David Diaan (Ebrahim), Parviz Sayyad (Hashem), Vida Ghahremani (Bita)

Ekip:
Cyrus Nowrasteh (Yönetmen), Betsy Giffen Nowrasteh (Senaryo), Cyrus Nowrasteh (Senaryo), John Debney (Müzik), Joel Ransom (Görüntü yönetmeni)

Konu:
Gazeteci Freidoune’nun arabası bozulur, durduğu küçük köyde onun gazeteci olduğunu anlayan Zahra, konuşmak için peşine takılır. Yeğeni Soraya, köylüler tarafından vahşice katledilmiştir. Ölmeden önce yeğenine söz veren Zahra, vahşetin köyün sırlarının arasında kalmaması için elinden geleni yapmaya kararlıdır.






Senritsu meikyu 3D / Labirent 3D (2009)



Vizyon tarihi: 14 Mayıs 2010

Oyuncular:
Yuya Yagira (Ken), Misako Renbutsu (Yuki), Ryo Katsuji (Motoki), Ai Maeda (Rin), Erina Mizuno (Miyu), Suzuki Matsuo (Tanba)

Ekip:
Takashi Shimizu (Görüntü yönetmeni), Daisuke Hosaka (Senaryo), Masayuki Tanishima (Yapımcı), Satoru Ogura (Yapımcı), Dai Miyazaki (Yapımcı), Tsukasa Tanabe (Görüntü yönetmeni)

Konu:
Korku sineması denince akla ilk gelen ülke olan Japonya, LABİRENT 3D ile kendi adına bir ilke imza attı ve ülkenin animasyon olmayan ilk 3D filmi, dünya çapında görücüye çıktı. Hakli bir üne sahip Japon korku filmlerinin altın çocuğu, ünlu Garez ve Juon serilerinin yaratıcısı Takashi Shimizu, bu sefer üç boyutlu olarak sinemaya dönüyor.
Filmde olaylar yıllar önce esrarengiz bir lunaparkta ortadan kaybolan arkadaşları Yuki’nin yağmurlu bir gecede geri dönmesiyle, kendilerini bir hesaplaşma içinde bulan bir grup arkadaşın öyküsü anlatılıyor.
Çocukluğunun geçtiği şehre uzun zaman sonra geri dönen Ken’i burada çocukluk arkadaşları Motoki ve Rin karşılar. Gözleri görmeyen Rin ile Motoki, beraberlerdir ve birlikte yaşıyorlardır. O gün şehre dönen ve Motoki ile Rin’in kapısını çalan tek kişi Ken değildir. Yıllar sonra bir araya gelen bu üçlünün, aslında “dörtlü” olduğu zamanlardan bir arkadaşları, Yuki, o gecenin davetsiz misafiridir.
Ancak Yuki’nin dönüşü, Rin, Motoki ve Ken üzerinde sevinçten çok şaşkınlık yaratır. Çünkü Yuki tam on yıl önce ortadan kaybolduğundan beri, ne arkadaşları, ne de ailesi ondan haber alabilmiştir. Onu en son gördükleri, lunaparktaki “Korku Evi”nden sonra, Rin’in kapısının önünde aniden belirivermesi hepsini şüpheye düşürmüştür...





Looking For Eric / Hayata Çalım At (2009)


Vizyon tarihi: 14 Mayıs 2010

Oyuncular:
Steve Evets (Eric Bishop), Eric Cantona (Eric), Stephanie Bishop (Lily), Gerard Kearns (Ryan), Stefan Gumbs (Jess), Lucy-Jo Hudson (Sam), Cole Williams (Daisy), Dylan Williams (Daisy)

Ekip:
Ken Loach (Yönetmen)

Konu:

Yönetmenliğini Ken Loach’un yaptığı “Looking For Eric” 18 Mayıs 2009''da Cannes Film Festivali’nde yarışma filmi olarak ilk kez seyirci karşısına çıkacak. Altın Palmiye ödülü için yarışacak olan film, eski futbolcu Eric Cantona''nın hayatından esinlenilerek yapılmıştır.

Looking For Eric bizi Manchester’lı bir postacının hayatına sokuyor. Art arda yaşanan gelişmelerle hayatı paramparça olmuş ve ağır bir orta yaş krizi yaşayan postacımız, oğlundan çaldığı bir joint’i içince hayatına Eric Cantona sanrısı dahil oluyor. Futbol hayatı boyunca Manchester United’dan, David Beckham’a, Alex Ferguson’dan, Ryan Giggs’e kadar birçok takımın, futbolcunun ve teknik adamın hayatını değiştiren “King” Eric, postacının hayatını da değiştirmeye başlıyor.





Son Mevsim: Şavaklar - The Last Season: Shawaks


Vizyon tarihi: 14 Mayıs 2010

Oyuncular:
Aga Erel, Ayse Erel, Dilara Erel, Emine Erel, Osman Erel, Rabia Erel, Simar Erel, Yeter Ilki, Kader Topal

Ekip:
Kazım Öz (Yönetmen), Kazım Öz (Senaryo), Kazım Öz (Kurgu)

Konu:
Şavaklar, Tunceli bölgesinde yaşayan, hayvancılıkla geçinen göçebe bir topluluktur. Kışları köylerinin bulunduğu Pertek ve Çemişgezek bölgelerinde yaşarlar. Baharın ortasında yaylalara gitmek üzere yola çıkarlar. Bahar yağmurları altında başlayan bu yolculuk onların çetin günlerinin de başlangıcıdır. Dağlar hala bembeyazdır. Bu yüzden vadilerde mola vererek karların erimesine paralel olarak dağların zirvelerine doğru çıkarlar. Yazın en sıcak günleri geldiğinde onlar dağların zirvelerindeki serin tepelerdedirler. Havaların soğuması ile birlikte aynı yolu geri dönecek yolculuk başlar. Sürülerin yol alma hızı ile ayları alan yolculuk bittiğinde kendi köylerine varmışlardır ve bu kışın kapıda olduğunun da habercisidir. Karlar yağmaya başladığında onlar kış uykusuna girmişlerdir. Çünkü önlerinde; yağmurlu, hareketli ve onları oradan oraya savuracak bir mevsim beklemektedir...


Vera’s Driver / Vera’nın Şöförü (2004)


Vizyon tarihi: 14 Mayıs 2010

Oyuncular:
Igor Petrenko (Viktor), Yelena Babenko (Vera (as Alyona Babenko)), Bogdan Stupka (General Serov), Andrei Panin (Adjutant Saveliev), Yekaterina Yudina (Maid Lida), Marina Golub (Zinaida)

Ekip:
Pavel Chukhraj (Yönetmen), Pavel Chukhraj (Senaryo), Eduard Artemyev (Müzik), Igor Klebanov (Görüntü yönetmeni)

Konu:
Rus Yönetmen Pavel Chukhray’ ın yönettiği, romantik drama türündeki Vera’nın Şoförü, 1960 yılında Sovyet Rusya ve Küba arasında yükselen, soğuk savaşın ardındaki insanlık dramını anlatır.

Film General Serov (Bogdan Stupka) ve onun fiziksel engelli kızı Vera (Yelena Babenko) erafında döner. Vera içki ve sigara kullanan, göz alıcı ancak fark edilir fiziksel engeli olan bir kızdır.

Viktor (Igor Petrenko) genç bir kızıl ordu askeridir. General adına çalışmaktadır. Viktor, Vera’nın özel şoförü olarak göreve atanmıştır. Victor, Vera’yı görür görmez ona ilgi duymaya başlar.

Linda, (Yekaterina Yudina) Generalin uzun boylu sarışın güzel hizmetçisidir. O da Viktor’dan hoşlanmaktadır. Ancak Viktor, yavaş yavaş Vera’ya aşık olmaya başlamıştır. Vera’nın küçük bir sırrı vardır.




Selvi boylum, Al Yazmalım (1977)


Vizyon tarihi: 14 Mayıs 2010

Oyuncular:
Türkan Şoray (Asya), Kadir İnanır (İlyas), Ahmet Mekin (Cemşit), Hülya Tuğlu, Cengiz Sezici

Ekip:
Atıf Yılmaz (Yönetmen), Ali Özgentürk (Senaryo)

Konu:
1977 Antalya En İyi Yönetmen; En İyi Görüntü
1977 Taşkent En İyi Kadın Oyuncu (Türkan Şoray)
İlyas, Asya ve Cemşit’in dokunaklı hikâyesi, Tunca Arslan’a göre “asla eskimeyen, sonsuz kereler izlenebilen klasik bir aşk öyküsü… Atıf Yılmaz’ın Cengiz Aytmatov’un ünlü romanından esinlenerek çektiği film, tarihin en büyük aşklarından birini muhteşem bir incelikle beyazperdeye taşıyor.” Filmin konusu gayet basit: İlyas ile Asya birbirlerine çılgınca âşık olup evlenirler. Bir de oğulları olur. Ne var ki işler beklendiği gibi gitmez, aşk solar, İlyas evi terkeder. Babacan Cemşit’le yolları kesiştiğinde Asya onun yanında kalır. Yıllar sonra, İlyas geri döner. Asya aşk, sevgi ve baba olma kavramlarını tartarak bir karar almak zorundadır.


sinesefil@twitter

sinesefil | copyright 2010
Sefiller diyarından duyurulur: Sitede yer alan tüm yazılı ve görsel zamazingolar el emeği, göz nuru, alın teridir.
İzinsiz kullanmaya kalkmayacağınızı biliyoruz, ola ki öyle bir densizlik ettiniz, sakın korkmayın;
peşinizden Reservoir Köpekleri'ni salacak ne hâlimiz var, ne de tâkatimiz.
Adı üstünde hepimiz bir avuç sefiliz. Şimdi uslu uslu oynayın bakalım. Öptük sizi kuzucuklar.