The Tournament (2009)

Gönderen: sinesefil | Pazar, Nisan 18, 2010


Ava giden avlanır...

Günlerden hafta sonu, işten gelmişsiniz kafanızın içi uğulduyor. Hani bitmişsiniz yorgunluktan… Öyle bir film izlemelisiniz ki karmaşık diyalogları ile sizi daha fazla yormasın. Durağan yapısı olmaksızın, uyku moduna girmeden izleyebileceğiniz, kısmen ilginç bir senaryoya sahip, mantık sınırlarını zorlayıcı ama bir o kadar da bu sınırları çok umursamamanız gereken, film bittikten sonra yanınızdaki arkadaşınız “Nasıldı? Beğendin mi?” gibi bir soru sorarsa verilebilecek en iyi cevap “Keyifli vakit geçirdim, sıkılmadan izledim.” olacak bir film arıyorsunuz. Değil mi? Çok uzaklarda aramayın arkadaşlar The Tournament hemen yanı başımızda 2 tık uzağımızda. 200x ile başlayan bölümlerden birinden sağa dönün arama bölümünde düz gidin ve “tourn*” yazın pat diye karşınızda. ( Kişiden kişiye “şak diye”, “çat diye”, “küt diye” şeklinde de çıkabilir.) Alın kolanızı, cipsinizi keyifle kurulun monitörün karşısına. Ortalama ayda bir kere böyle bir film ihtiyacı duyarım ki yine o ihtiyaç anlarımdan bir tanesinde The Tournament ile tanıştım.

Dünya’nın dört bir yanında zenginliğin sınırların zorlayan bir grup insanın klasikleşmiş bahislerden elde edemedikleri zevk ve tatmini gerçek yaşamların son bulmasından elde edebileceğini düşünen kıvrak zekâlı bir girişimci yedi yılda bir düzenlenen bir turnuvayı organize etmektedir. Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş, profesyonel olarak yönetilen bir turnuvada elbette turnuvaya katılan yarışmacıların da aynı profesyonellikte olması gerekmektedir. Bu sebeple dünyanın çeşitli ülkelerinden seçilmiş en iyi 30 adet kiralık katili bir birlerini öldürmek üzere bir kasabada buluştururlar. Turnuva başlamadan önce katillerimizin vücutlarına yerleştirilen vericiler sayesinde birbirlerinin yerini, birbirlerine olan yakınlıklarını ellerindeki cihazlardan görebilen turnuva katılımcıları bir yandan birbirlerini avlamaya çalışırken diğer yandan da masum insanlar ile turnuvadaki katilleri ayırt etme çabasındadırlar.




Tek kuralın öldür ya da öl olduğu tek amacın ise öyle ya da böyle hayatta kalmak ve 10 milyon dolarcık ödülü almak olduğu turnuvada türlü Ali & Cengiz oyunlarının yapılması, alengirli öldürme fantezilerinin uygulanması, canını kurtarmak için kıyasıya dövüşmelerin sahnelenmesi filmin vazgeçilmezlerinin başında geliyor.

Turnuva katılım kadrosunda favori olan katılımcılar elbette filmin başrollerini beraber paylaşmakta. Bunların başında çekik gözlü güzelimiz, çiçekler çiçeği bir bayan olan Kelly Hu, Lai Lai Zhen karakteri ile karşımıza çıkıyor. -Zaten çok fazla sürprizi olmayan filmde karakterlerin yaptıklarından, yapacaklarından bahsetmeyeceğim.- Günlük hayatta yolda yürürken görsem ağzımın çok rahat 7 saniye açık kalmasına sebep olacak bu afet-i devran sergilediği dövüş sahneleri ile filme büyük heyecan katıyor.

Bir diğer önemli karakterimiz olan Joshua Harlow’u ise Ving Rhames canlandırmakta. Joshua bir önceki turnuvanın galibidir ve bu turnuvada da bir numaralı favoridir. Hayatında bir kez olsun 10 milyon Amerikan doları kazanmış bir insanı böyle bir turnuvaya davet etmek anlamsız olacağından bu turnuvayı Joshua için “bir çeşit” fırsata dönüştürülmesi gerekiyordu ve doğru zamanlama ile turnuva organizasyon ekibi bunu başarıyor.

Amerikanların yaptığı bu tür aksiyon filmlerinden eksik olmayan Hristiyanlık konusunu da içinde barındırması açısından McAvoy adında bir de pederimiz mevcut. Ucundan kıyısından, tesadüfler ile çarpışmalar, hoşgörü ve bilimum insanı duygular kendiside bir şekilde turnuvaya dahil oluyor.



Ve hemen hemen hepimizin tanıdığı karakteri sona sakladım. Lost’ta mavi gözleri ile bayanların kalbini fetheden Ian Somerhald (Boone), Miles Slade isminde gözü dönmüş bir psikopat rolünde karşımıza çıkıyor bu sefer. Her türlü silahı ustaca kullanabilen Miles turnuvamıza Amerika Texas’tan teşrif etmekte.Yönetmenliğini Scott Mann’in yaptığı filmde özellikle yazıda bahsetmediğim Fransız yarışmacının hareketli sahnelerini çok keyifli çekmiş. Binalardan hoplayıp zıplamalar, kameranın süratle koşan insan ile hızlanması, onunla yavaşlaması -belki vardır terimsel bir adı bu işin ama bilmiyorum- Banlieue 13 filminde ki Leito gazında sahneler olmuş. Filmde bir de bar sahnesi var ki kurgusu çok hoşuma gitti. 8-10 tane katılımcı katil ufacık bir barın içindeler ve onlardan çok daha fazla sivil insan varken bir birlerini teşhis edip öldürmeye çalışıyorlar. Filmin beklide izlemesi en keyifli bölümüydü benim için.
Her şey hazırdır artık, tüm polis kameraları ele geçirilmiş, telefon görüşmeleri yönlendirilmiş, katılımcılar yerlerini almış ve bahisler yatırılmıştır. Sıkılmadan izleyeceğiniz içi boş bir aksiyon filmi için Turnuva başlasın!

IMDB

Yazan: vidanjör

0 Response to "The Tournament (2009)"

Yorum Gönder

sinesefil@twitter

sinesefil | copyright 2010
Sefiller diyarından duyurulur: Sitede yer alan tüm yazılı ve görsel zamazingolar el emeği, göz nuru, alın teridir.
İzinsiz kullanmaya kalkmayacağınızı biliyoruz, ola ki öyle bir densizlik ettiniz, sakın korkmayın;
peşinizden Reservoir Köpekleri'ni salacak ne hâlimiz var, ne de tâkatimiz.
Adı üstünde hepimiz bir avuç sefiliz. Şimdi uslu uslu oynayın bakalım. Öptük sizi kuzucuklar.